top of page

AŞKIN TÜKETİM HALLERİ

  • Yazarın fotoğrafı: Nihansu Serter
    Nihansu Serter
  • 25 Tem
  • 3 dakikada okunur

Romantik İlişkilerde Markalaşmak, Sahiplik ve Kayboluş

“Birbirimize sahip olamayız. Ama birlikte, her şeye rağmen var olabiliriz.”

🖋️ Nihansu Serter


GİRİŞ

Yıllardır kulağımıza fısıldanan o tanıdık cümle: “Artık bir tüketim toplumuyuz.” Bu söz, o kadar sık tekrarlandı ki bir süre sonra sorgulanmaz oldu. Ama asıl sorulması gereken şudur: Tüketen biz miyiz, yoksa fark etmeden tüketilen mi hâline geldik?

Ve daha yakıcısı… Bu tüketim yalnızca nesneleri mi kapsıyor gerçekten? Yoksa insanlar, ilişkiler, hatta duygular da bu hızın, bu doyumsuzluk zincirinin birer halkası mı artık?

Günümüzde romantik ilişkiler bile birer “ürün” gibi sunuluyor: “İlişki hedefleri”, “çift kombinleri”, “Instagram aşkı”... Sevgililik, pazarlamanın diline teslim oldu. Ve aşk, dijital vitrinlere konulmuş bir kampanya gibi tüketiliyor.

Bu yazı, aşkı ve ilişkileri birer “marka”ya dönüştüren çağın ruhunu; psikanalitik, sosyolojik ve felsefi açılardan çözümleyerek anlamaya çalışıyor. Amacım, bu çağın aşkını değil; aşkın çağını sorgulamak.


1. SAHİP OLMAK MI, SAHİP OLDUĞUNU ZANNETMEK Mİ?

Aşkta sahiplenmek insani bir eğilimdir. Çünkü sevgi, özünde bir özen barındırır: Koruma, kollama, bağlanma arzusu…

Ama işte tam burada tehlikeli bir kırılma başlar: “Sahiplenmek” ile “sahip olduğunu zannetmek” aynı şey değildir.

Birine sahip olamazsın. Bir kişi, seninle birlikte olmayı seçtiği sürece yanındadır. Ama “artık bana ait” dediğin anda, onun ruhuna değil — temsiline bağlanırsın. Ve o noktadan sonra sevdiğin kişiyi tanımayı bırakır, onu kontrol etmeye başlarsın.

Psikanalizde bu duruma öznelliğin nesneleştirilmesi denir. Sevdiğin kişi, artık kendi içsel dünyasıyla değil, senin onu nasıl görmek istediğinle var olur.

Bu, Lacan’ın “Öteki’nin arzusuna hapsolmuş özne” tanımıyla örtüşür. Kişi, sevdiğini değil; onun senin için ne anlam ifade ettiğini sever. Ve bu durumda, aşk bir karşılaşma değil, bir yansıma fetişine dönüşür.


2. ROMANTİK İLİŞKİLERDE MARKALAŞMA VE GÖRÜNÜRLÜK YORGUNLUĞU

Modern çağın ilişkileri bir “çift markası” olarak yaşanıyor. Çoğu çift şu cümleleri tekrar ediyor:

·        “Biz çok uyumluyuz.”

·        “Biz gezgin bir çiftiz.”

·        “Biz evcilik oynayan tatlışlarız.”

Etiketleme başladığında, roller başlar. İlişki olmak — bir performansa dönüşür. Ve gerçek yakınlık yerini, izleyiciye oynanan bir gösteriye bırakır.

Her yıl dönümünde “Daha etkileyici ne yapabiliriz?” kaygısı, her paylaşımda “Nasıl görünüyoruz?” telaşı… Aşk, spot ışıklarının altında yaşamaya zorlanır. Ama o ışık altında gerçek duygular solar.

Erich Fromm’un da belirttiği gibi:

“Sevgi, bir şey olmakla değil, bir şey yapmakla ilgilidir.”

Oysa sosyal medyada “bir şeymiş gibi görünme” çabası, sevgi eylemini değil; sevgi görselliğini önceler. Ve gerçek sevda — gözlerden uzak, perde arkasında yaşanır.


3. “TÜKETİLEN” OLMAK: AŞKIN HIZLA SİLİKLEŞMESİ

Modern çağın en keskin trajedilerinden biri: Duygular bile hızlı tüketiliyor. İnsanlar sadece birbirlerinin sevgisini değil; ilgisini, enerjisini, dikkatini ve sabrını da tüketiyor.

Ve bir noktada şu cümle sarf ediliyor: “İlişki beni yordu.”

Oysa belki de ilişki seni yormadı…Belki o ilişkide hep tüketilen sen oldun. Ve belki de aynı oranda tüketen de sendin.

“Yeterince güzel değil.”

“Yeterince eğlenceli değil.”

“Yeterince ilgili değil.”

“Yeterince”nin kendisi bir ölçüt değil, bir tuzaktır. İnsan bir ürün değildir. Sevgi bir hizmet değildir. Aşk bir paket değildir.

Ama kapitalist dünyada, her duygunun “sunulabilir bir şey” hâline gelmesiyle birlikte, aşk da kendi doğal hızını kaybetti. Ve hızlı yaşanan her şey gibi çabucak silikleşmeye başladı.


4. UYUM MU, YUTULMAK MI?

İlişkilerde uyum güzeldir. Ama kişi, kendinden vazgeçerek uyum sağlıyorsa, bu birliktelik değil — yutulmadır.

Partnerinle arandaki sevgi uğruna:

·        İhtiyaçlarını bastırıyorsan,

·        Sınırlarını siliyorsan,

·        Değerlerinden ödün veriyorsan…

Bir noktada iç sesin fısıldar: “Ben burada yokum.”

Ve o an, aşk artık sana ait olmaktan çıkar. Senin içinde değil; sadece dışarıdan bakılan, bir vitrindeki dekor hâline gelir.

Bu, bireyin özsaygısından kopuşudur. Gestalt terapisine göre, öz-farkındalığın kaybı kişinin duygusal ölümüdür.


5. AŞKTA GERÇEK BAĞLILIK: TÜKETMEDEN SEVMEK

Aşkın özü; birbirinin içinde kaybolmak değil, birbirinin yanında var olabilmektir.

Markalaşan ilişkiler, duygunun doğallığını emer. Tüketilen ilişkiler, yorgunlukla çürür.

Ama sahici ilişkiler:

·        Sahip olunmadığı hâlde güven duyulan,

·        Etkilenmeden etkileyen,

·        Sessizliğinde bile konuşan bağlardır.

Martin Buber’in “Ben-Sen” ilişkisi burada yankılanır. Gerçek bağ, ancak karşılıklı özneleşmeyle mümkün olur. Yani kişi kendi “ben”ini kaybetmeden bir “biz”e evrilir.

Sevgi, tüketilmek istemez. Aşk, markalanmak istemez. Aşk yalnızca bir yer ister: Var olabileceği bir yürek.


SON SÖZ: AŞKIN ASLINA DÖNMEK

Bugün sana şunu sormak istiyorum: Sevdiğin kişiye gerçekten mi bağlandın, yoksa onun senin için yarattığı ilişki markasına mı tutundun?

Çünkü gerçek aşk:

·        Sahip’lenmeden sahip hissettiren,

·        Tüketmeden büyüten,

·        Markalaştırmadan özgürleştiren,

·        Kısıtlamadan sarıp sarmalayan bir hâldir.

Aşkı yaşamak istiyorsan: Onu paketlemeden, vitrine koymadan… Sade, dürüst, içten ve yavaş yaşa.

Ve unutma:

Aşkta en güzel sahiplik; “Seninim.” demek değil, “Seninle birlikte kendim olabiliyorum.” diyebilmektir.



 

 

 

 
 
 

תגובות


bottom of page