top of page

SİMÜLASYON PULU: AŞKIN YANSIMA HALİ VE TÜKETİM TERAPİSİ

  • Yazarın fotoğrafı: Nihansu Serter
    Nihansu Serter
  • 25 Tem
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 26 Tem

“Reklamlar aşkla konuşur, filmlerle büyür, dizilerle idealize edilir, uygulamalarla hızlanır ve sonunda aşk — senin olmayan bir yansımanın ekranında kaybolur.”

🖋️ Nihansu Serter


GİRİŞ

Bir gün bir reklam ekranından yansıyan bir çift gördünüz. Bakışları senkron, gülüşleri filtreli, sevişmeleri bile story’ye uygun.

Sonra bir film açtınız. Aşık oldular. Ayrıldılar. Birbirlerine kavuşmaları tam da müzik yükselirken oldu. Ve içinden geçirdiniz: “Benim ilişkim neden böyle değil?”

İşte tam o an — aşk artık senin değil. Senin olmayan bir aşkı taklit etmeye başlarsın. Başkasının senaryosuna göre sevmeye, hissetmeye, özlemeye ve hayal kurmaya başlarsın.

Bu yazı, sadece reklamların değil; filmlerin, dizilerin, uygulamaların, sosyal medya algoritmalarının da aşkı nasıl “tüketim yıldızı”na çevirdiğini ve bu yıldızın altında ışığını kaybeden benlikleri terapi diliyle yeniden adlandırmayı amaçlıyor.

Çünkü belki de en çok; aşkı kendi sesine geri döndürmeye ihtiyacımız var.


1. AŞK: SİMÜLASYONUN SESSİZ PULU

Jean Baudrillard’ın deyişiyle, modern toplumda gerçeklik yerini göstergeye bırakmıştır. Aşk da bu çağda bir “simülasyon pulu” hâline gelmiştir: Gerçeği temsil etmez; temsilin temsiline dönüşür.

Reklamlarda gördüğümüz o senkronize çift, bir “hissettirilen aşk” değil, “pazarlanan aşk”tir. Ve biz, o aşkı yaşamak istemeyiz — o aşk gibi görünmek isteriz.

Filmlerde ise bu simülasyon daha sinematiktir. “İlk karşılaşma sahnesi”nin büyüsü, “tartışma sonrası gözyaşındaki yücelik”, “uzun vedaların romantizmi”… Hepsi aşkı idealize ederken, gerçek hayatta yokluğu daha da hissedilen bir boşluk yaratır.

Psikanalitik düzlemde bu, öznenin imgeye tutunmasıdır. Kendi duygunu değil, gördüğün duyguya özenmektir. Ve aşk — senin içinden değil, bir ekran yansımasından doğar.


2. TELEVİZYON DİZİLERİ: YANSIMA FETİŞİ VE ZAMANA YAYILMIŞ İDEALİZM

Dizilerde aşk asla normal ilerlemez. Çünkü orada aşk, senaryonun ritmine göre şekillenir.

Dizilerde bir kavuşma varsa, öncesinde mutlaka ayrılık olmalıdır. Her "birlikte" sahnesi, izleyiciye daha çok “Acaba ne zaman bitecek?” sorusunu sordurur. Ve sen — izlerken fark etmeden — kendi aşkının da her mutlu anında “bitme” korkusunu taşımaya başlarsın.

Bu yansıma fetişidir. Lacan’ın “ayna evresi” burada yankılanır. Kişi kendini yalnızca başkasının bakışıyla kurar. Ve diziler, bu bakışı senin için inşa eder.

Gerçek ilişkiler yorgunluk, sabır ve tekrar içerir. Ama diziler sana her hafta 90 dakikalık zirve duygular vaat eder. Ve senin ruhun, o zirvenin altını yaşarken yetersizlik hissiyle dolup taşar.


3. ROMANTİK FİLMLER VE UYGULAMALAR: AŞKIN TEMPO KAYBI VE ZAMANSIZ YORGUNLUK

Romantik filmler aşkı hızlandırır. Duygular senaryonun süresine sığmalıdır. Birbirini tanıma, bağ kurma, derinleşme birkaç sahnede gerçekleşir. Bu, aşkta hız illüzyonudur.

Uygulamalar ise tam tersini sunar: Yüzlerce kişi arasından “en doğru” eşleşmeyi bulmanı vadede. Ama arayışın sonsuzluğu, bir bağ kurma değil — bir seçim yorgunluğu yaratır.

Terapötik olarak bu durum “bağ kuramı yorgunluğu”na işaret eder. Sürekli seçim yapmak, gerçek bağlanmaya dair sabrı ve alanı tüketir. Her yeni eşleşme, eskisinin silinmesine değil; daha çok birikmesine yol açar.

Ve kişi bir noktada şunu hisseder: “Aşk bana ağır geliyor.” Oysa aşk değil — aşka yüklenen senaryolar, imgeler, idealler ağırdır.


4. DUYGUNUN MARKASI: SLOGANLAŞAN AŞKLARIN TERAPİ DİLİ

Reklamlar, diziler ve filmlerle birlikte aşk artık bir kimlik aracı hâline gelir.

“Biz Netflix çiftiyiz.”

“Biz kampçıyız.”

“Biz arkadaş gibi âşıklarız.”

Bu cümleler bir yakınlık sunmaz. Bir kimlik inşa eder.

Psikodinamik terapide buna “rol bağlılığı” denir. Kişi, ilişkinin içinde değil — ilişkiye yüklediği rolle vardır. Ve o rol sarsıldığında, benlik de çözülür.

Bir çift ayrıldığında sadece birbirinden değil, “biz kimliğinden” de ayrılır. Ve bu ayrılık, çoğu zaman fiziksel ayrılıktan daha yıkıcıdır.


5. TERAPİ DİLİNDE AŞKI YENİDEN ADLANDIRMAK

Tüm bu görsel, senaryolu ve filtrelenmiş aşk bombardımanının ardından, terapide yapmamız gereken şey çok yalındır:

Aşkı kendi dilimize döndürmek.

🌿 Aşk — bir hız değil, bir alan olmalı.

🌿 Aşk — bir yansıma değil, bir tanıklık olmalı.

🌿 Aşk — bir performans değil, bir mevcudiyet olmalı.

Gestalt terapide duyguların yeniden adlandırılması vardır. Danışan, “Beni yoruyor.” dediği ilişkiye dönüp; “Aslında, başkalarının yaşadığına benzetmeye çalıştığım ilişki beni yoruyor.” demeyi öğrenir.

Bu, özgürleştirici bir adımdır. Çünkü o andan sonra kişi kendi aşkını seçer — reklamınkini değil.


SON SÖZ: AŞK, YENİDEN SUSMA HÂLİDİR

Belki de aşk; bir reklam spotunun ortasında değil, bir suskunluk anının tam ortasında başlar.

Çünkü gerçek aşk, görünmekle değil; duyulmakla ilgilidir. Ve duyulmak için bazen sessiz olmak gerekir. Filtrelerden, senaryolardan, hashtag’lerden arınmak gerekir.

Aşkta yeni çağ şu olabilir: Sade, yavaş, sessiz ve içten yaşamak.

Ve belki de en derin aşk tanımı şudur:

“Senin yanında bir reklam filmi gibi değil,kendi filmimin başrolü gibi bile değil,

kendi hayatımın varlığı olduğumu hissediyorum.”


 

 

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page