top of page

İÇLERİMİZDEKİ GECE VE GÜNDÜZ

  • Yazarın fotoğrafı: Nihansu Serter
    Nihansu Serter
  • 20 Ağu 2024
  • 2 dakikada okunur

Gecenin gündüze kavuşmaya çabaladığı saatlerdeydik. Gündüzün geceyi tutup yakalamaya çırpındığı, birbirlerinde erimek için zamanı yarmaya çalıştıkları o saatlerde... Varlığın ve yokluğun iç içe geçtiği, sınırların bulanıklaştığı o tarifsiz anlarda... Kavuşmanın coşkun hazzına kapılabilmek ümidiyle dağları deviriyordu gündüz. Sevdalıların ağırlığı altında ezilen bulutlar, gündüzü daha hızlı yükseltmek için didiniyordu. Gece, gökyüzünü durmaksızın deliyordu, delik deşik ediyordu. Her bir yıldıza dokunarak aydınlanmayı umuyordu. Yakaladığı yerden öpecekti gündüzü, besbelliydi. Ama bir türlü yakalayamıyordu. Kavuşmak, meçhul ötelerde bir arzu olarak kalıyordu. Ayrılık üşütüyordu. İliklerimize dek titriyorduk. Her bir an, sayılamaz asırlar kadar uzuyordu. Ümit vardı olmasına da, hissetmesi imkânsızdı. Acısıysa dönüşerek ruhlarımızda yankılanıyordu. Sesi düğümlenen bir çığlık gibi. İçeri içeri sızan bir çığlık... Sessizliğin bile derinlerinde boğulduğu... Hâlâ kavuşamamışlığın acısından evrilen iç sıkıntısının içerideki çığlığı... İçeride bile duyulmayan ama her türlü ritmine uyulan... Bir anda aklıma geliverdi. Sahi, bu saatlerde "biz" kimdi? Hep beraber miydik peki bu saatlerde acaba? Dünyadaki tüm insancıklar geceyle gündüzün aşk sancısının ruhlarındaki varoluş sancısı olarak yansımasına mı bakıyorlardı? Yoksa ben tek başıma mıydım yine? Yapayalnız. İçindeki âlemlerde çok "kimse"li de, günlük hayatın kâh evhamlı bir telaşla akan kâh donup ölgünce kalan vakitlerinde kimsesiz olduğum gibi bu saatlerde de kimsesiz... Ânı paylaşmaktan mahrum... Bir yandan da imkânsızlık boşluğuna gömülen her düşünce taneciği gibi hapsolmuş. Oysa ben hürlüğün kitabıydım! Hür kokan sayfalar çevirirdim kendimden. Ne tuhaftı! Olmazları oldurmaya çalışan düzen ne tuhaftı! Ah, şu zamansızlığın zamanına erişmiş de kendine bir eşlik edene erişememiş hâlim! Ne olacaktı benim bu hâlim? Daima bu hâl değil miydi, bana ket vuran? Bir an için durdum. Yelkovanla akrep de durdu. İnsancıklar da. Varoluş sancısı bile durdu, bıraktı beni düşüneyim diye. Düşündüm. Ne kimseli ne de kimsesiz, sadece düşündüm. Düşüncelerim arasında, kaybolmuş, hatta hiç türetilmemiş kelimeleri aradım. Kafamın içinde âni taşınmalar oldu. Artık kafamda başka bir yerde ikamet ediyordum. Nasıl bir yerdi, daha sonra keşfedecektim. Derken ilk keşif denebilecek, tutulabilir bir düşünce belirdi. Canlı ve hareketli... İnsan misaliydi. Ona "insan düşünce" deyiverdim. Zihnimde insan düşüncenin peşinden gittim. Kim bilir, ister tek başına, ister birilerinin yanında olsun; herkesin böyle hissettiği saatlerdeydik belki de. Evet, neden olmasındı? Kavuşamayan gecenin ve gündüzün acısından doğan varoluş sancısında tüm dünya insancıklarıyla kavuşuyor olamaz mıydık? Hiçbirimiz yapayalnız değil. Kimsesiz değil. Paylaşmaktan mahrum hiç değil! Birbirimizle değil belki ama birlikte kavuşmanın, sancılarımızı hafiflettiği o devasa an... İçlerimizdeki gece ve gündüzün sarmaş dolaş buluştuğu minicik andaki devasalık... Öncesiz ve sonrasız bir an... Buna rağmen ezelden ebediyete hissi veren... Evet, evet, işte bir ümit! Varlığı haykıran bir ümit...

 
 
 

Comments


bottom of page