top of page

KAYIP ZAMAN KASABASI

  • Yazarın fotoğrafı: Nihansu Serter
    Nihansu Serter
  • 11 Kas 2024
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 12 Kas 2024

Yaren kaygılı adımlar atarken sesli düşündü. "Yoksa buraya gelmemeli miydim?"


Kasabaya uzaktan bakarken tüyleri diken diken oldu. Öyle bir yalpaladı ki neredeyse yürüdüğü uçurumun kenarından düşüp, görünmeyen zemini boylayacaktı. Dehşetini yatıştırmaya çalıştı ve yürümeyi sürdürdü.


Zamanın ötesinde kaybolmuş bu kasabanın sınırına varmaya niyetli Yaren, başını karanlık gökyüzüne kaldırdı. Yol boyunca titrek, eski sokak lambaları ona eşlik ediyordu. Bu loş ışıklar, çocukluğundaki yalnız geceleri hatırlattı; annesinin bir kez daha yanında olmadığı, yalnızca sessizliği dinleyerek uykuya daldığı o soğuk ve uzun geceleri… Şimdi, bu kasaba ürkütücü bir hatıra gibi ona yaklaşıyordu, geçmişin biçimsiz gölgeleri onunla yeniden yüzleşmek üzereydi.


Sisle örtülmüş bir silüet gibi beliren kasaba, taş döşeli yolun sonunda görünüyordu. Yaren, rüzgârın hışırtısı ve sessizlik içinde, kendi zihninin derinliklerinde yürüyormuş gibi hissetti. Bu kasaba tanıdık geldi; aynı zamanda yabancıydı. Sanki kaybettiği bir parçayı bulmak için buradaydı. Ama bu parçanın acı vereceğini bilmeden...


Kasabanın içine adımını attığında, tüm evlerin kapalı, pencerelerin karanlık olduğunu fark etti. Hafif bir sis kasabanın üzerinde asılıydı; geçmişin ağır sessizliği Yaren’i içine çekiyordu. İçinde belirsiz bir ürperti ile paltosuna sarıldı. Neden burada olduğunu tam olarak bilmiyordu; fakat içindeki bir his, onu bu terk edilmiş kasabaya çağırıyordu.


Her zaman bir şeylerin eksik olduğunu hissetmişti. Çocukluk yıllarından beri içinde büyüyen o boşluk, gençlik hayallerini de esir almıştı. Annesinin ansızın gidişi, bir gün bile arayıp sormaması… Bu terk edilmişlik, onun üzerine yapışmış bir lanet gibi, yeni her ilişkisine sessizce sızıyordu. Kasabaya adım atmak, yalnızca geçmişle değil, kendi değersizlik ve yetersizlik korkularıyla da yüzleşmekti. “Gerçekten beni sevebilecek biri olabilir mi?” diye düşündü. Kendisi bile kendisine güvenle yaklaşamazken… Bu sorular, kasabanın sessizliğinde yankılandı, sanki cevabı kendisi bile biliyormuş gibi.


Yolda ilerlerken, ayağına bir zarf takıldı. Eğilip zarfı aldı, üzerindeki soluk mürekkep ile yazılmış ismine baktı: "Yaren için, Hatırlaman Gereken Günler İçin." İçinde tuhaf bir ürperti uyandı. Hayatı boyunca kendisi için özel bir şey saklanmadığını, kimsenin adını özenle bir zarfa yazmadığını düşündü. Bu, bir yandan onu değerli hissettiren, bir yandan da acı veren bir duyguydu; sanki o küçük çocuk hâlâ annesinin dönmesini bekliyor, yalnızlığının sona ereceğine dair bir umut taşıyordu.


Zarfı açtığında, yabancı ama tuhaf bir şekilde bilindik bir cümle çıktı karşısına: “Aradığın şey seni arıyor.” Bu cümle, çocukluğunun gizli hatıralarını ve bastırılmış anılarını bir anda aklına getirdi. Kasaba, zihninde kaybolmuş bir bölge gibiydi; sanki her şey, ona neden terk edildiğini sorması için burada yeniden hayat buluyordu. Ancak cevabın acı olmasından korkuyordu.


Birdenbire aşina olduğu bir melodi duydu. Eski bir çocuk şarkısı gibi, yumuşak ve tatlı bir ses onu kasaba meydanına doğru çekti. Meydanın ortasında, koca bir ağacın altında oturan bir çocuk gördü. Çocuk, elinde eski bir oyuncak bebek tutuyordu. Yaren, korku ile merak arasında bu çocuğa doğru çekildi. Ağaca yaklaşıp çocuğun yüzüne baktığında, tanıdık bir his duydu; bu yüz, onun kendi çocukluk hâlinin izlerini taşıyordu. O küçük Yaren, sevgisizliğin ve terk edilmenin izleriyle hâlâ oradaydı ve bekliyordu.


Çocuk, gözlerini yerden kaldırarak soğukkanlı bir şekilde sordu. “Yaren, unuttun mu?” Bu soru, Yaren’in kalbine bir bıçak gibi saplandı. Ömrü boyunca unutmak zorunda olduğu duygular bir anda hareketlenip şahlanmış gibiydi. Çocuğun masum yüzüne bakarken, onun geçmişte kaybettiği bir parçasını temsil ettiğini anladı.


Çocuk, gözlerini ona dikti. "Beni hep unuttun, hep susturdun." dedi, kırgın bir sesle. "Büyüdükçe beni daha derine ittin. Oysa ben sadece sevgi istiyordum."


Yaren, bu kelimelerle kalbinin derinliklerinde bir şeylerin kırıldığını hissetti.


Çocuk, elindeki oyuncak bebeği ona uzattı. “Bunu senin için sakladım,” dedi. “Hatırlarsan, her şey yerine gelecek.”


Yaren, oyuncağı eline aldığında eski bir vaadin, kayıp bir umudun sıcaklığını hissetti. Oyuncağın üzerindeki kapı sembolüne bakarken, bu kapının başka bir dünyaya açılan bir geçit gibi titreştiğini fark etti. Tam o anda, meydanda sessizliği bozan ayak sesleri duyuldu. Sesin kaynağına doğru baktığında, devasa bir kapının açıldığını gördü. Kapı, zamanın ötesine açılan bir köprü gibiydi; üzerine eski dillerde yazılar ve karmaşık figürler kazınmıştı.


Korku ve merakla kapıya yaklaştı. Derin bir nefes alarak içeriye adım attığında, kendini kapkaranlık ve dar bir alanda buldu.


Burası çocukken saklandığı küçük dolaptı. Dolabın içinde, çocukluk hâli oturuyordu; bu sefer yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Küçük Yaren, elindeki defteri ona uzattı. “Buraya gelmeni bekliyordum,” dedi çocuk. “Bu defterde, unuttuğun hayallerin ve kaybettiğin hislerin var. Artık yüzleşme zamanı.”


Yaren, o dolabın içinde çocukluk hayalleriyle karşı karşıya kalırken, eski korkularının yeniden su yüzüne çıktığı hissetti. Defterin kapağındaki bir cümle dikkatini çekti: “Bir gün kendi hikâyemi bulacağım.” Çocukken kendine sık sık tekrarladığı bir sözdü bu; ancak yıllar içinde unutmuştu. Küçük Yaren ona gülümseyerek, “Hâlâ hikâyeni bulabilirsin,” dedi.


Yaren tereddütle de olsa gülümsedi. Gülümsemesi önce büyüdü, sonra hafifledi. Korku dolu şüpheleri hâlâ kuvvetliydi. "Acaba kendi hikâyemi bulabilir miyim?" diye düşünmeden edemedi.


Kasabanın eski sokaklarında yürürken kendisini Aynalar Evi adı verilen, kırık dökük aynalarla kaplı tuhaf bir binanın önünde buldu. İçeri girdiğinde, kendisini farklı yaşlarda gösteren yansımalarla dolu bir labirentin içindeydi. Her aynanın içine doğru süzüldüğünde, o yaşının anılarına geri dönüyordu.


Bir aynada annesinin onu terk ettiği geceyi gördü. Soğuk bir geceydi; annesi gitmeden önce ona sarılmak için bile vakit ayırmamıştı. Yaren, o küçük çocuk hâliyle aynada kendini izlerken, zihninde bir soru yankılandı: "Ben yeterince iyi değil miydim?"


Başka bir aynada ise ilk aşkını hatırladı; o da annesi gibi onu terk etmişti. Her yansıma, ilişkilerinde yaşadığı aynı döngüyü tekrar gözler önüne serdi. Yaren, annesi tarafından terk edilmenin, sevgiyi kaybetme korkusunu nasıl kalıcı hâle getirdiğini fark etti. Aynalar Evi’nin labirentinde, Yaren kendi gerçekliğiyle yüzleşme cesareti bulmaya çalışıyordu. Küçük çocuğun sesini uzaklardan işitti: “Sevilmeyi hak ediyorsun. İlk olarak kendin tarafından…”


Tüm yansımalar bir anda kayboldu ve aynalardan birinde yüzü maskeli bir figür belirdi. Bu figür, bastırdığı tüm acı ve korkularının simgesi olmalıydı. Ne de olsa bu figür, çocukluğunda seyrettiği bir filmin baş katakteriydi. Küçük kendisine benzeyen bir kız çocuğunun sevgi dolu annesini öldüren, azılı bir katildi. Yaren’e doğru elini uzatarak, yumuşak ama kararlı bir sesle konuştu.


“Gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısın, Yaren? Bu yolculuk, kalbinin en derin sırlarını açığa çıkaracak. Cesaretin var mı?”


Yaren, derin bir korku ve merak arasında sıkışmıştı; ama bir şey onu bu figüre doğru çekiyordu. Elini uzattı, figürün elini tuttu ve aniden kendini geniş, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında buldu. Çölün ortasında yıkık dökük bir ev yükseliyordu. İçeriden çocuk kahkahaları ve eski bir ninninin yankılandığını duydu. Kapıya doğru ilerleyip içeri adım attığında, anıları birer hayalet gibi canlandı: ilk aşkı, annesinin gidişi, çocukluk hayalleri… Bu kez kaçmak yerine, hayaletlerin peşine düştü.


Yaren, kasabada gördüğü eski anıları ve kaybettiği parçaları bir araya getirirken, birden arkasında bir varlık hissetti. Döndüğünde yaşlı bir kadınla karşılaştı. Kadının yüzünde alıştığı bir ifade vardı; ama kim olduğunu tam çıkaramıyordu. Yüzündeki çizgiler, sanki geçmişin izlerini ve kırık anılarını taşıyordu. Kadının bakışları ona hem yakın hem de uzak geliyordu.


Kadın, ucunda anahtar olan bir zinciri ona uzatarak yavaşça konuştu. “Bu anahtar, zihnindeki diğer kapıları açacak. Cesaretin varsa, unutulmuş parçalarını bulabilirsin.” Kadının sesi, fısıltılı bir rüzgâr gibi Yaren'in kalbine değdi. Yaren bu sesin, hayatında yalnızca birkaç kez duyduğu o özel, koruyucu ton olduğunu fark etti. Kadının yüzü, annesinin yüzüne dönüştü.


Yaren’in gözleri doldu. Annesi, yıllar sonra karşısında duruyordu; ama sanki çok geç kalmıştı. Annesinin ona baktığını hissetmek; bir yandan yıllardır bastırdığı öfkeyi uyandırıyor, bir yandan da derin bir özlem duygusunu tetikliyordu. Bu çelişki, kalbini bıçak gibi kesiyordu.


Annesi ona hafifçe gülümsedi, bu kez daha yakın, daha bilindik, o çocukken çok özlemini çektiği sıcaklıkla.


Yaren, sesi titreyerek sordu. “Neden gittin? Neden beni bıraktın?”


Annesi, ona hüzünle baktı. Yüzü yılların yüküyle gölgelenmişti; sanki geçmişte aldığı her kararın ağırlığını taşıyordu. "Korkularım," dedi annesi, sesi titreyerek. “Kendi korkularım, sana sarılmamı engelledi o gece… Ama senin sevgiye layık olmadığını düşündüğümden değil, Yaren. O gece seni bırakıp giderken… ben de çok kırılgandım. Sana ne verebileceğimi bilmiyordum. Kendimi bile tam olarak sevmeyi ve kabullenmeyi öğrenememişken, sana nasıl sevgi verebilirdim?”


Yaren, bu açıklamayı duyunca dondu kaldı. Annesinin gözlerinde yıllarca saklı kalmış kederi gördü. Annesi devam etti. "Seni bırakıp gitmek, hayatımdaki en zor şeydi. Ama kendimi o kadar değersiz hissediyordum ki, senin için yeterli olamayacağımı düşündüm. Seni incitmekten korktum, Yaren. Kendi içimde çözemediğim bir savaştaydım.”


Yaren, annesinin gözlerindeki çaresizliği gördü. Terk edilmenin yarattığı o soğuk acıyı hep kendi kusuru sanmıştı; ancak şimdi annesinin de kendi içindeki kırıklarla savaştığını, onu terk etmesinin ardında bambaşka korkular olduğunu anlamaya başlıyordu.


Annesinin konuşması gitgide daha dokunaklı bir tınıya sahip oluyordu. "O gece seni bırakıp gittiğimde, aslında kendimi de terk etmişim. Kendimden kaçmak istedim. Korkularımdan... Ama bu kaçışın bedelini en çok sen ödedin."


Yaren’in içinde yıllarca süren terk edilmişlik hissi, bu sözlerle çözülmeye başladı. Tüm öfkesinin, hayal kırıklığının aslında annesinin yetersizlik ve değersizlik hislerinden kaynaklandığını anlamak onu bir yandan acıttı, bir yandan da rahatlatıcı bir huzur getirdi.


Bir an sessizce birbirlerine baktılar. Yaren’in gözlerinden süzülen yaşlar, annesinin terk edişini ve kendisinde bıraktığı izleri yavaşça temizliyordu.


"Bir şizofreni hastası... gitgide kötüye giden... Böyle bir anne, kendi evladına ne sunabilirdi, bilemedim. Hastalıklı bir annedense annesizliği vermeyi seçmek zorunda kaldım." Kadın durdu ve soluklandı. Hıçkırıkları sanki içinde patlıyordu. "Özür dilerim, Yaren."


Yaren'in kalbi derinden sızladı. Nasıl hiç bu şekilde bakamamıştı acaba? Ancak şimdi gönül gözü açıktı.


Yaren içini çekti. "Yıllarca bunun benim kusurum olduğuna inandım." Gözyaşlarını sildi. "Ama aslında senin savaşını taşıyormuşum."


Annesi son bir kez ona sarıldı ve fısıldadı. “Kendini sev, Yaren. Sevgiye layıksın. Benim yapamadığımı sen yapabilirsin. Önce kendine sarıl.”


Yaren’in gözleri doldu. Annesinin hayaleti, terk edilme felaketini daha önce hiç düşünmediği bir bakış açısıyla açıklıyordu. Annesinin tüm sözlerinin ağırlığı altında derin bir huzur ve minnet hissetti. Artık terk edilmenin kendi varoluşundan kaynaklanmadığını anlıyordu; bu durum, annesinin içsel savaşıydı.


Annesinin hayaleti, onun gözlerinin içine bakarak bir kez daha fısıldadı.


“Sevgiye ulaşmanın yegâne yolu, önce kendini sevebilmeyi göze almaktır. Hiçbir korku, kendi gerçeğinle yüzleşmeni engellememeli.”


Yaren, annesinin mesajını kabul etti. Ardından çocukluğundaki hayallerine doğru yürüdü. Küçük Yaren, elindeki defteri ona uzatarak sessizce fısıldadı.


“Geçmişinle barıştığında, kendi hikâyeni yazabileceksin.”


Bu cümlede bir özgürleşme hissi buldu; belki de hayatında ilk kez bu kadar hafif hissediyordu. Defteri eline aldığında, geçmişin ağırlığını omuzlarından düşüren zincirlerin birer birer çözüldüğünü hissetti. Yıllarca taşıdığı terk edilme korkusu, içindeki sevgiye dair yeni bir sıcaklıkla hafifledi. Kendi kendine şefkatle mırıldandı. “Artık kendimi sevmeme izin vereceğim.”


Kasabaya geri döndüğünde, artık geçmişiyle yüzleşmiş, sevgi ve özgürlük dolu yeni bir umutla doluydu. Kasabanın kapısından çıkarken içinde kendi hikâyesini yazacak cesaretin filizlendiğini hissediyordu.


Ve Yaren gözlerini açtı. Uyanmıştı. "İşte, şimdi!" dedi. "Evet, kendimle barışığım!" Ekledi. "Kendi hikâyemi yazmak için nasıl da hazırım!"

 
 
 

Comentarios


bottom of page