
KIŞ SONATI
- Nihansu Serter
- 6 Kas 2024
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Kas 2024
Soğuk rüzgâr yanaklarımı acıtacak kadar sert esiyordu. İnce sızılar, cildime değen her keskin dokunuşta yüreğimin bir yerine işliyordu sanki. Saçlarım, daha ellerimle tutmaya fırsat bulamadan savruluyor, yüzümde düzensiz bir dans sergiliyordu. Bu dans, bir hayal perdesinde çırpınan anılar gibi gelişigüzel ama içten içe anlamlı bir karmaşa yaratıyordu. Sahile vuran dalgaların yarattığı köpükler, bembeyaz kar taneleriyle karışarak yere seriliyor, karla kaplanmış bir yorgan gibi genişliyor, sahile yumuşak bir örtü seriyordu. Her yeni dalga, bir öncekini kovalayan inatçı bir hatıra gibi sahile vuruyor, ardından derin bir iniltiyle çekiliyordu. O ses, denizin kollarında yitip giden kayıp bir rüyayı andırıyordu.
Deniz, içimde bir yerlere dokunan o tanıdık melodiyi fısıldıyordu. O melodi, bir zamanlar neşe dolu günlerde dinlediğimiz, kalplerimize umut aşılayan o ezgilerin yankısıydı. Gökyüzü griydi, fakat o grilik bile zaman zaman karlı zeminin üzerinde incecik parlayan beyaz bir ışık bırakıyordu. O ışık, tıpkı kışın ortasında baharın belirsiz bir vaadi gibi görünüyordu.
Elimde tuttuğum telefonun ekranı çoktan kararmıştı. Ama parmaklarım hâlâ ekrana sıkı sıkıya sarılıyordu, sanki her an bir haber alacakmışım gibi. Beklediğim bir şey vardı ya da belki yalnızca bekliyormuş gibi yapmak istiyordum. Oysa duymak istemediğim, ama beni acıtan o haberin üstüne düşünmekten başka yapacak bir şeyim kalmamıştı. Eski sevgilim evlenmişti. Haber, bir arkadaş sohbetinde ansızın ortaya atılıp ruhumu delip geçmişti. Gözlerimin önünde o an parlayan gülüş, o masum gençlik heyecanı, bir hançer gibi kalbime saplanmıştı. Birkaç saniye boyunca dudaklarımın arasından çıkmayan nefes, içimdeki deniz gibi kabarmıştı; boğazımda hıçkırığa dönüşmeden yutkunup bastırmaya çalışmıştım.
Gözlerimi kapadım ve içimdeki kışın derinliklerine daldım. Kalbim, o ânın acısını en ince ayrıntısına kadar yaşıyordu. Ayaklarım ise farkında olmadan ileriye doğru hareket etmeye başlamıştı. Karla kaplı kumsalda yavaşça yürüdüm, her adımda sanki hafızamın derinliklerine gömülmüş bir piyanonun tuşlarına basıyormuşum gibi hissettim. O melodiyi daha önce de duymuştum; eski püskü bir melodi... O an içimdeki denizin sessizliğini bozan bir yankı gibi çınladı.
Anılar, dalga dalga üstüme vuruyordu. Birlikte geçirdiğimiz kışlar geldi aklıma. El ele tutuştuğumuz soğuk geceler, karlı sokaklarda yanan sokak lambalarının altındaki kahkahalarımız... O zamanlar, geleceğin nasıl şekilleneceğine dair hiçbir korkum yoktu. Aşk, o genç yaşlarda, sonsuz bir melodi gibi gelirdi insana. Fakat şimdi, bu rüzgârlı sahilde tek başıma dururken, yaşanmış tüm anılar acının ritmiyle kalbimde uğultu yaratıyordu. Gençliğimin gözü kara umudu, şimdi yerini çaresiz bir kabullenişe bırakmıştı.
Bedenim kaskatı kesilmişti. Dalgaların sesi, sanki benimle alay ediyormuş gibi bir inip bir yükseliyor, karanlık denizin üzerinde kayboluyordu. Zihnim geçmişin izleriyle doluydu; o izler, ne yaparsam yapayım silinmiyor, beni her seferinde o soğuk, katı gerçeğe geri döndürüyordu. Başka birine "evet" dediği o gün, ben kimdim? Onun yüzünde hiç tanımadığım, yalnızca o gün yeni gelin için açan o gülümsemeyi hayal etmek bile içimi ürpertiyordu.
Bir an gözlerimden inatçı bir damla süzüldü. Kendimi hâlâ hatıraların zincirlerinde tutsak hissediyordum. Onu ilk gördüğüm günü düşündüm; parlak gözleri, sıcak gülüşü... Kırmızı beresi ve çocukça neşesiyle, kış günlerinde bile içimi ısıtmayı başaran o sevgi. Kırmızı beresini takıp, şakayla karışık denize doğru koştuğu o günü hatırladım. Karların üzerinde birlikte yazdığımız isimler, dalgaların gelmesiyle silinmişti. O zaman bana dönüp, gözlerimin içine bakmış ve “Hiçbir şey bizi ayıramaz,” demişti. Sözleri, içimde sonsuz bir güven yaratmıştı. Fakat şimdi o sözü rüzgârın savurduğu bir yalan gibi anımsıyordum.
Ayağımın altındaki karın kırılgan dokusunu hissederek yavaşça yürüdüm. Her adım, geçmişin üzerine serpiştirilmiş izler gibi belirsizdi, fakat yine de gerçekti. Yüreğimde, anıların yarattığı ağırlıkla ilerlemeye devam ettim. Birden ayağımın altında sert bir şey hissettim. Karları araladım; yere yarısı gömülmüş, paslanmış eski bir anahtar çıktı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Bu anahtar da neyin nesiydi?
Anahtarı avuçlarımın içinde sıkıca tuttum. Yıllardır bir şeylere tutunmaya çalıştığımı fark ettim. Bir yanılsama gibi, tutunduğum her şey elimden kayıp gitmişti. Anılar paslanmış anahtarlar gibiydi; nereye ait olduklarını bulmak gerçeği değiştirmiyordu. Anılar bir kapıyı açmıyordu. Ama bu anahtar, belki de benim hayatımdaki kapanmamış kapılardan birine ait nihai bir işaretti.
Gözlerimi yumup denizin sesini dinledim. Rüzgâr biraz yavaşlamıştı. Anahtarı cebime koyup, kumsalda biraz daha yürüdüm. Kar taneleri yüzüme çarpmaya devam ederken, içimde bir şey değişmeye başlamıştı. Gerçeği değiştiremeyeceğimi, onun artık benim olmadığını, başka bir hayata "evet" dediğini kabul etmem gerektiğini biliyordum. O soğuk gün, yalnızca kalbimdeki buz değil, gözyaşlarım da sessizce eriyordu.
Bir adım daha attım. Sahilde yürümeye devam ederken denizin sesi, hafif bir huzur getirmeye başlamıştı. Geçmişin hayaletleri yavaşça silikleşiyor, kalbimde inceden inceye yeni bir umut filizleniyordu. Anılarım, beni buraya kadar getirmişti, ama artık yeni bir yol çizmem gerektiğini hissediyordum.
O sırada bir grup martı, sanki bir şeyin etrafında toplanmış gibi deniz kıyısında durmuştu. Merakla yaklaştım. Karların arasında, donmuş bir gül tomurcuğu buldum. O gül, soğuk kış gününde umudu fısıldamak için oradaymış gibiydi. Hafifçe gülümsedim. Gülün kırmızı yaprakları, bembeyaz örtüyle tezat oluşturuyor, yeni bir hayatın, yeni bir umudun sembolü gibi parlıyordu.
İçimde hafif bir melodi yükseldi. Bu kez eskimiş değil, yepyeni bir melodi… O an anladım ki, her kışın sonunda bir bahar vardı. Her melodi bitse de, başka bir melodi başlardı. Ellerimi cebime sokup soğuk havayı ciğerlerime çekerken, ayak izlerim karın üstünde bir yol çiziyordu. Bu yol, geçmişin hayaletlerinden sıyrılarak geleceğe uzanıyordu.
Başımı kaldırdım ve karın yağışını izledim. Mazideki hayatımın bestecisi ve piyanisti olabilirdim, bunda gayet başarılıydım; ama artık yeni bir şarkı bestelemek zorundaydım. Bir anlık düşündüğümde, zorundalıktan ziyade bunun bir arzu olduğunu hissettim.
Rüzgâr biraz daha hafif esiyordu, içimde kaybolmuş hülyaların yerini umutlar alıyordu. Rüzgârın tenime değen keskinliğinde bile artık hüzün değil, bir tür canlılık vardı. Kışın soğuk yüzü, içimde yeni bir başlangıcın kıpırtısını fısıldıyordu. Geçmişe duyduğum özlem yerini geleceğe dair belirsiz ama heyecan verici bir bekleyişe bırakıyordu.
Deniz kenarında yürümeye devam ettim. Her adım, birer veda gibiydi; ama aynı zamanda taptaze bir başlangıca doğru ilerliyordu. Ayaklarımın altında ezilen karın çıtırtısı, sanki kalbimin yavaş yavaş toparlanıp ritmini bulmasına eşlik ediyordu. Eski yaraların soğuk izleri, yavaşça içimde eriyordu. Elimi cebime götürdüm ve paslanmış anahtara bir kez daha dokundum. O basit nesne, hayatımda hep bir şeyleri onarma çabamı, hatıraların ağırlığını taşımayı anlatıyordu. Ama artık bir karar vermiştim. Anıların peşinden sürüklenmek yerine, onları bir parçam olarak kabul etmem ve onlarla barışmam gerekiyordu.
Biraz ileride, eski bir bank vardı. Karla kaplanmış, yalnızlıktan âdeta un ufak olmuş o banka doğru yaklaştım. Oturup denizi izledim. Martılar, dalgaların üzerinde süzülüyor; uzaklardan bir balıkçı teknesinin sesi, kıyıya kadar uzanıyordu. Bu an, ne geçmişin yükünü ne de geleceğin belirsizliğini düşündüğüm bir andı. Sadece ânın kendisini, şimdiyi hissediyordum. Hayat, tuhaf bir döngüydü; bazen seni aşağı çekiyor, bazen de beklenmedik bir umutla yukarı çıkarıyordu.
Gözlerimi kapattım ve zihnim akmaya başladı. O kış sabahlarını, o sevgi dolu anları tekrar hatırladım. El ele karların üstünde yürüdüğümüz, gelecekten korkmadığımız o gençlik yıllarını... Ama ardından, şimdiye döndüm. Her şeyin değiştiği, her şeyin dönüştüğü bir zaman dilimine... Sevdiğim insanın hayatına başka biriyle devam ettiğini, o yeni hayatın benimkinden tamamen farklı olduğunu düşündüm. Ama bu düşünce artık beni eskisi kadar sarsmıyordu. Sanki o gün duyduğum derin sızı, artık başka bir anlam kazanmıştı; bir olgunluk, bir kabullenme...
Gözlerimi açtığımda, kar tanelerinin durmadan düşmeye devam ettiğini gördüm. Her biri, yeni bir anı, yeni bir umut gibiydi. Ellerimi göğe doğru uzattım; bir kar tanesi avucumun içine düştü ve ânında eridi. O minik su damlası, hayatın geçiciliğini, her şeyin bir süreliğine var olduğunu, sonra da kaybolduğunu hatırlatıyordu. Ama erime süreci bile o kısacık ânın güzelliğini hissettirmeye yetmişti.
Yavaşça yerimden kalktım. Sahildeki yürüyüşümü sürdürdüm. Sanki ayaklarım beni içsel bir yolculuğa çıkarıyormuş gibiydi. Karlar arasında ilerlerken, aklıma çocukken kış günlerinde yaptığımız kartopu savaşları geldi. Ailemin sesi, mutlu kahkahalarımız, birlikte yapılan kardan adamlar... Her biri beni şu anda biraz daha güçlü kılacak anılardı.
Dalgaların çarpması biraz daha hafiflemişti; suların hareketi daha dingin, daha yumuşak hâle gelmişti. Bu sakinlik, içimde de bir karşılık buldu. Kalbim artık hayata tutunmak için yeni bir melodi arıyordu. Bir melodi ki eskimiş değil, geleceğe dair umut dolu bir şeyler fısıldasın. Artık biliyordum. Hayat, geçmişin hüznünü taşısa bile geleceğe dair her zaman bir kapı aralıyordu. O kapıdan geçmekse cesaret ve zaman gerektiriyordu.
Yavaş yavaş sahilin sonuna vardım. Karla kaplı ağaçların altında biraz durup derin bir nefes aldım. Soğuk hava ciğerlerime dolarken, içimde yenilenmiş bir huzur hissettim. Avucumdaki anahtarı bir süre daha evirip çevirdim. Onu bırakmak istedim, ama yapamadım. Belki bir gün onun neyin kilidini açtığını öğrenecektim, ama şimdilik o da geçmişimden bir parça olarak kalacaktı.
Sonra ayak izlerime baktım. Karın üzerinde kalıcı bir iz bırakmış gibi görünüyordu, ama biliyordum ki rüzgâr ya da yeni bir kar yağışı onları silip götürecekti. Tıpkı hayattaki izlerimiz gibi... Bazı şeyler kalıcıydı, bazıları ise kayboluyordu. Ama asıl önemli olan, iz bırakmaya devam etmekti. Yaşamak, öğrenmek ve ilerlemek...
Başımı gökyüzüne kaldırdım ve bir kez daha karın yağışını izledim. O an, içimde bir bestecinin heyecanını hissettim. Yeni bir melodiye başlamak, geçmişi arkada bırakıp geleceğe doğru adım atmak... Her şeye rağmen, hayatla ve kendi içimdeki benlikle barışmıştım.
Bir adım daha attım ve rüzgâra karşı, “Son denen şey aslında yoktur,” diye fısıldadım. Avucumda sımsıkı tuttuğum paslı anahtarı usulca yere bıraktım. “Varoluş daimîdir. Ve evet... Ben de hayata ve kendime ‘evet’ diyorum şu an.”
Comentarios